ROMANTİK AŞK VE CİNSELLİK

Çağdaş düşünür Bertrand Russel roman­tik aşk konusunda şöyle der: “Romantik aşk, hayatın verebileceği en büyük haz kaynağıdır. Tutkuyla, hayalle ve şefkatle birbirini seven bir kadınla erkek arasındaki bağda paha biçilmez bir şey vardır. Bunu duymamak insanlar için büyük mutsuzluktur.” Günümüzde ro­mantik aşk gitgide geçerliliğini yitir­mektedir. Bunun cinsel özgürlüğün bir sonucu olduğunu ileri sürenler vardır. Fakat ekonomik koşulların genç insanla­rı öncelikle maddi değerlere önem vermeye ittiği de yabana atılmayacak bir gerçektir. Diğer yandan kadın ve erkeklerin bir araya gelmelerinde ölçü olan tüm maddi değerlerin yanısıra, “romantik” film, roman, öykü, vb. tüketim edebiyatının ne kadar iyi satış yaptığı göz önünde bulundurulursa, insanların hala eş seçiminde bu tür duygusal. nedenlerle hareket ettikleri ortaya çıkar. Belki de kadınlar erkekler­den daha fazla romantik aşk kavramına yatkındırlar. Nişan halkası, bir buket çiçek, sakin ve seçkin bir lokantada akşam yemeği, güzel iltifatlı sözler, arkeklerin kadınları “tavlama”da kul­landıkları romantik çığırışımlı teknikler­dir. Her ne kadar maddi değerlerin önceliğine inanmış olsa bile bu tür davranışların çekiciliğine kapılmayan pek az kadın vardır.

Romantik sözcüğünün kökeninde ro­mans terimi yatar. Bu sözcük Orta­çağda şövalyelik döneminde soylular arasında moda olan aşk şiirleri için kullanılırdı. Bu çağın töresine göre feodal beylerin şatolarında savaş gücü olarak besledikleri bekâr şövalyeler beyin yakınlarından bir genç kadını plâtonik aşk duygularının hedefi olarak seçer ve bu kadın için söyledikleri şiirler ve aşk türkülerinde duygularını dile getirirlerdi. Şiirlerde ulaşılması güç bir yaratık olarak görülen kadın, alabildiğine ülküleştirilirdi. Bunun dışında şövalyele­rin savaşçılık hünerlerini sergiledikleri

turnuvalarda her şövalye hanımının renklerini gösteren giysiler giyer, kazan­dığı ödülleri yine ona adardı. Bu ilişkilerin kesinlikle plâtonik bir düzey­de, yani bedensel yakınlaşmadan yok­sun kalıp kalmadıkları bilinemiyor. Fakat Ortaçağ‘da pek moda olan bu tür aşk ilişkilerinin Doğu’daki haremlerin varlı­ğından, şairlerin buralarda kapalı kapılar ardındaki güzellere adadıkları gazeller­den esinlendikleri söyleniyor. Romantik aşk modası Arapların ispanyayı fethet­melerinden sonra 11-12. yüzyıllarda İspanya üzerinden Güney Fransa’ya, daha sonraları Avrupanın çoğu ülkesine yayılmıştı. Sonraki çağlarda Avrupa kültüründe, özellikle yazın ve resim alanında önemli bir yer tutmaya devam etti. Meryem Ana kişiliğinin ibadette önemli bir yer tutmasının bile Ortaçağ Avrupa’sında kadının bu kültürel bağlam içinde yüceltilmeye başlamasıyla yakın­dan ilgili olduğu ileri sürülmektedir. Günümüzde romantik aşk, daha çok tüketim edebiyatı düzeyinde, “Love Story” gibi kitle seyirciye seslenen filmlerde, fotoromanlarda varlığını sür­dürmektedir. Hatta bir anlamda ticari amaçlar için duygusal sömürü aracı olarak kullanılmaktadır. Amerikalı kadın hakları savunucularından Kate Millet romantik aşk için şunları söylüyor: “Romantik aşk, kadın konumunun gerçeklerini ve ekonomik bağımlılık yükünü göz ardı eder. Kadının toplum içindeki durumunun haksızlığına bir gerekçeymiş gibi gösterilir; erkeğin inceliği, bu durumu örtbas etmeğe yarayan biftekniktir. … Aşkın romantik

versiyonu erkeğin totaliter iktidarından kadına sunduğu bir ‘hibe’den başka bir şey değildir. Batı kültürünün ne ölçüde erkek iktidarı çevresinde geliştiği gerçğini gözden uzak tutmaya yarar, ve kadınlara olanak dışı bir takım özellikler yakıştırarak kadınları dar ve son derece sınırlı bir davranış çerçevesine kısıtla­mayı başarır.”