Hem bireysel hem de toplumsal psikolojinin ve antropolojinin konusu olan kıskançlık, cinsel yaşam alanında önemli etkileri olduğu, ciddi sonuçlar doğurduğu halde, bütünüyle cinsellik alanı içinde ele alınması mümkün olmayan, diğer yaşam alanlarında da kendini belli eden en karmaşık insan olgulârındandır. Yine de, cinsel alanda insan davranışlarını belirlemesi, etkilerinin fizyolojik işlevlere kadar uzanabiimesi, hâttâ kalıcı ruhsal saplantılara ve hastalıklara yol açabilmesi, kıskançlığın cinsel yaşam bağlamı içinde incelenmesini zorunlu kılmaktadır.
Burada kıskanma ile kıskançlık arasındaki önemli ayırıma işaret etmek gerekiyor. Kıskanma, insanın yitirme, yoksun kalma, yenik düşme gibi endişelerle bağlantılı olarak belli bir şey ya da konu karşısında aşırı duyarlılığa kapılması, dikkat ve ilgisini söz konusu şeyin çevresinde yoğunlaştırmasıdır. Unutulmaması gereken, kıskanmanın temelinde hep bir endişenin bulunduğudur. Bu endişe somut nedenlere dayalı olabileceği gibi, tamamiyle bir yakıştırmaca, soyut bir kuruntu ürünü de olabilir. •
Çoğu antropologlara göre bu endişe ve onun tepkisel sonucu sayılan kıskanma, insanın kendi türüne özgü en ilkel, belkr en vazgeçilmez yaşam dürtülerinden biridir. Yaşam mücadelesinde kendini, kendi türünü ve kendi yakınlarını koruma ve kollama içgüdüsü çoğu za.man bu endişe ve onun tepkisel sonucu olan kıskanma sayesinde canlılığını korur. İnsanlarda en küçük yaşam birimi olarak bilinen “aile”, yani erkek, dişi ve yavrulardan oluşan doğal yaşam beraberliği, kıskanma içgüdüsü sayesinde ayakta kalmakta, dağılmaktan ve bozulmaktan kurtulmaktadır. Kıskanma, endişe ile bağlantılı olan bir sevme, bağlanma, ilgilenme ve kol kanat germe ifadesidir. Bu nedenle, aşırı ölçülere varmadığı ve sakıncalı sapmalara uğramadığı sürece günümüzün ilişkilerinde de olumlu yönde değerlendirilmesi doğru olacaktır. Bir annenin yavrularıyla ve eşiyle ilişkide belli bir içgüdüsel endişe taşıyarak onları kıskanması, onlara bağlılığının doğal ve sağlıklı göstergele-rindendir.
Kıskanma dürtüsünün doğal ve sağlıklı karakterinden uzaklaşarak yerleşik saplantılar halini alması, hâttâ kimi durumlarda “nevroz” kimliğine bürün-mesi, kıskançlık olarak adlandırılır. Böyle durumlarda, bu tepkisel davranış biçimine neden olan endişe çeşitli dış
etkilerle dev boyutlara ulaşmış olabilir. Kıskançlığın söz konusu olduğu çoğu durumlarda bu endişe, kişinin ruh ve sinir yapısında giderilmesi son derece güç bir tahribata yol açmıştır, Bunun; sonucunda, kıskançlık saplantısı biçiminde ruhsal yapıya yerleşen bu tepkisel davranış, giderek bir huy haline gelir. Öyle ki, endişeye neden olan ortam ve koşullar ortadan kalksa da kıskançlık saplantısı kendi başına sürüp gidecektir. Yerleşmiş bir kıskançlık saplantısının kökenini çoğu kimselerin çocukluk döneminde aramak, genellikle doğru sonuçlara götürecektir. Anne, baba,’ kardeşler ya da diğer çocuklarla ilişkilerde çocukluk döneminde sürüp gitmiş dengesizlik ve bozukluklar eğer belli endişelerin yerleşmesini hazırlamış-sa, sonuç çoğu zaman bir kıskançlık saplantısı şeklinde kendini ortaya koyacaktır. Demek ki, sürüp giden bir yitirme endişesinin yerleşmesi karşısında anne babaların özellikle dikkatli olması gerekmektedir. Çünkü böyle bir endişenin ve onun doğal-tepkisi olan kıskançlığın bir saplantı şeklinde yerleşmesi ileride cinsel ilişkilere ve evlilik ortamına kadar uzanacak, bunları olumsuz yönde etkileyecektir.
Çocukta endişe nasıl yerleşir? insan yavrusu, yakın ilgiye, sevgiye ve korunmaya çok büyük bir gereksinme
duyar. Anne, baba ve diğer yakınların bu konuda ihmalci tutumları çocukta belli endişe eğilimlerinin filizlenmesine yol açar. Her canlı gibi insan yavrusu da sevgi, ilgi ve benimseme potansiyeli İle donanmıştır. Bu potansiyelin şu yada bu şekilde karşılıksız bırakılması, ruhsal gelişmede sapmalara ve dengesizliklere yol açacaktır.
Çocuklarda görülen ilk kıskançlık belirtilerinin b|r bölümü, ikinci bir çocuğun doğumundan sonra anne ve babayla ilişkilerin değişmesi, ya da değişeceği endişesiyle ilgilidir. İlk çocuk doğumdan sonra birdenbire anne ve babanın ilgisini küçük kardeşiyle paylaşmak durumunda olduğunu farkederek kendisi için çok değerli bazı şeyleri yitirmekte olduğu korkusuna kapılabilir. Eğer bu durumun sorumlusu olarak kardeşini görürse ona karşı, anne ve babasını görürse onlara karşı kıskançlık tepkisi geliştirebilir. Bunun zaman geçmeden giderilmesini sağlamak elbette anne ve babanın görevidir.
Kıskançlık gibi “defensif” bir tepkinin ortaya çıkmasına neden olabilecek diğer durumlardan biri de, çocuğun kendini yakından tanıdığı bir başka çocuğun yerine koymak istemesidir. Başka çocukların anne babalarıyla ilişkileri çocuğun dikkatini çekecektir. Karşılaştırma yoluyla çocuk, kendi aile ortamındaki bazı yetersizliklerin, eksikliklerin kolayca farkına vararak endişeye kapılmaya başlayabilir. Bunun sonucunda anne-ba-basına ve diğer yakınlarına karşı huysuzluk ve hırçınlık nöbetlerine kapılabilir. Böyle durumlarda anlayışlı olmak ve sorunun kaynağına inmeye çalışmak doğru olacaktır.
Anne ile baba arasında sürüp giden geçimsizlik ve çekişmeler de çocuk üzerinde belli bir endişe etkisi yaratmaktan geri kalmaz. Böyle durumlarda çocuğun tepkisi dışa dönük bir hırçınlık
şeklinde değil, belki de daha çok bir “bastırma” faaliyeti şeklinde olabilir. Kıskançlık tepkisi her zaman dışarıya, yönelik bir hırçınlık şeklinde olmayabilir. Bazı durumlarda kaybetme ya da yoksun bırakılma endişesini taşıyan kişi, tepkiyi bastırma yoluna gidecektir. Bu “bastırma” da sürekli olduğu taktirde karmaşık saplantılara ve ruhsal dengesizliklere yol açabilir. Örneğin çocuğun - kendine güveninin ve yaşama içgüdülerinin gelişmesini engelleyebilir. Eşler arasındaki ilişkide kıskançlık konusunun ön plana çıktığı bazı özel durumlar vardır. Bunlardan bazıları, örneğin gebeliğin son dönemleri, uzunca .ayrılık dönemleri, aşırı çalışma ve iş düşkünlüğü, arkadaş ve dost çevreleriyle aşırı sıkı fıkı olma eğilimi, zaman zaman başka türden ilişkilerin ön plana geçmesi, aşırı yorgunluk ve çeşitli sıkıntıların çeşitli nedenlerle sürüp
gitmesi, v.b.’dir. Böyle durumlarda söz konusu kıskançlık belirtileri biraz da somut nedenlere dayandıklarından, koşulların değişmesiyle birlikte er geç ortadan kalkacaklardır. Ancak, eşler arasında temelde betli bir uyumsuzluğun ve geçimsizliğin söz konusu olduğu, bunun da doğal olarak çeşitli ihmallere yol açtığı durumlarda kıskançlık tepkisi zamanla yer ederek karakterin ayrılmaz bir parçası haline gelebilir. Buraya kadar sayılanlardan farklı bir neden ise, aşağılık duygusu ya da endişesidir. Böyle bir endişe, ya bedensel ya da toplumsal kaynaklı olabilir. Örneğin, birisinin boyu kısa, vücudu aşırı şişman, gözleri şaşı, saçları dökülmüş, v.b. olduğu için bu Kişi çevresindekilerin de olumsuz katkılarıyla bir tür aşağılık endişesi geliştirebilir. Bunun sonucu “bastırma” olayıyla bağlantılı olarak belli bir eziklik olabile
ceği gibi, yakınlara ve özellikle cinsel eşe karşj kıskançlık olarak da belirebile-cektir. Kendilerinde herhangi bir bedensel kusur olduğu düşüncesine takılan kimseler, sevdiklerini, özellikle eşlerini bu nedenle başkalarına kaptırmak endişesini besledikleri için, bunu bir kıskançlık duygusu haline getirebilirler. Hâttâ özellikle bazı kadınlar, bedenen bir kusurları olmasına rağmen, diyelim ki göğüsleri küçük olduğu, ayakları fazla iri sayıldığı, burunları çirkin kabul edildiği için, başka yan etkenlerin de katılmasıyla eşlerinin hayatını kıskançlık yüzünden zehir edebilirler. Bu gibi durumlar, daha ziyade hatalı toplumsal yargıların ve zayıf kalmış, tam gelişmemiş ruhsal kişiliğin sonucudur.
Erkeklerde”" durum biraz daha’farklı sayılır. Burada toplumsal etkinlik ön-plana çıkar. Pısırık bir kişilik, yetersiz parasal olanaklar, yetersiz kültür düzeyi, v.b. erkekte eşini daha iyi durumdaki bir başkasına kaptırma endişesini hazırlayabilir. Bunun sonucu birçok hâllerde kıskançlık olacaktır.